28 Kasım 2010 Pazar

TRAINSPOTTING filminden güzel ve hislerimi olduğu gibi aktaran bir alıntıyla güne başlamak istedim...


Choose Life. Choose a job. Choose a career. Choose a family. Choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players and electrical tin openers. Choose good health, low cholesterol, and dental insurance. Choose fixed interest mortgage repayments. Choose a starter home. Choose your friends. Choose leisurewear and matching luggage. Choose a three-piece suit on hire purchase in a range of fucking fabrics. Choose DIY and wondering who the fuck you are on Sunday morning. Choose sitting on that couch watching mind-numbing, spirit-crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. Choose rotting away at the end of it all, pissing your last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked up brats you spawned to replace yourselves. Choose your future. Choose life... But why would I want to do a thing like that? I chose not to choose life. I chose somethin' else.

bende başka bir şey seçtim. binlerce yaşayan canlının yarattığı anlamsız kalabalığın içersinde sıradan bir varlık olmaktansa onların çok dışında belki bana ait bir dünyada sevdiğim filmler, müzikler, kitaplar, sanat eserleri ve daha bir çok güzel şeyle kendime ait bir hayat yaşayabilirim. bunun için diğerlerine ihtiyacım yok. sadece yanlız kalmamak uğruna sevmediğim bilinçsiz insanlarla konuşma zorunluluğum yok. dışardaki insanların benim hayatımı nasıl yaşamam gerektiği neler yapmam gerektiği konusunda beni yölendirmelerine ya da fikir vermelerinede ihtiyacım yok. tek ihtiyacım olan inanç... kendime yaabileceklerime ve potansiyelime olan güven... diğerlerinden farklı olduğum için şanslı hissediyorum. bir çoğu gibi şuursuzca belli bir düzenin peşinden bedenim gitse bile aklım hala bana ait ve bu günden itibaren kendi düşüncelerimin bedenimi yönettiği bir yaşam kurmak için ilk adımımı atıyorum....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder