28 Kasım 2010 Pazar

STOP COPY PASTE BLOGGING

öncelikle blog kelimesinin anlamını ifade ederek konuya giriş yamak istiyorum. Blog günlük demek ve günlük de insanların kendilerine ait herhangi bir şeyi belirli periyodlarla bir deftere, internete yazması en basit şekilde yapılmış açıklamasıdır. Bunun da bir çok çeşidi var. Moda blogları, kişisel bloglar, fotoğraf blogları, belirli kurumların etkiliklerini paylaştıkları bloglar vs vs. Aralarından en çok yaygınlaşan çeşidi ise şüphesiz moda blogları. Fakat benim anlamlandıramadığım konu çeşitli web sitelerinden ünlülerin, tasarımcıların resimleri kopyalanıp bunu çok beğendim bu hiç olmamış bu sezon bunu giyeceğiz gibi zaten binlercesi var olan ve insanların takip ettiği yayınları bir daha " ....' blog, ... fashion ...., moda ..., moda sevgisi, tutkusu" gibi başlıklar altında defala yayınlaması nasıl bir blogger'lık anlayışı bunu anlayamadım. tabiki insanlar bir resim paylaşıp onunla ilgili düşüncelerini dile getirebilir fakat benim gördüğüm kadarıyla insanlar aynı şeyleri döndürmekten başka herhangi bir paylaşımda bulunmuyorlar. En acısı da bunu yapanların yüzlere follower'ı olması. sürekli var olan sirkülasyonun içinde debelenmekten yorulmayan bir toplumuz biz. sıradan zevklerimiz ve basit isteklerimiz var. bunu fark edenlerin bu talepleri karşılamasıda onları ünlü yapmaya ve tepe noktalara getirmeye yetiyor. izlediğimiz dizilden, yayınladığımız fotoğraflardan, zevklerimizden ve kültürel seviyemizden toplumumuzun geldiği noktayı çok net anlayabiliriz. hepimizin mangonun vitrininin önünden geçeren bile 70 kere gördüğü hırkayı giyip fotoğrafını çeken bunu blogunda yayınlayan ve istanbuldaki bütün moda organizyonlsrına blogger, gazeteci, medya sektöründe biri gbi katılıyor olması bence gerçekten acı. bu zihniyetle gittiğimiz başkalarının düşüncelerine hayran olarak yaşadığımız, bir şey yaratmayı başkalarını yarattıklarını paylaşmayı yaratıcılık olarak algıladığımız sürece gelip geleceğimi en iyi! nokta ancak bu olacak.

TRAINSPOTTING filminden güzel ve hislerimi olduğu gibi aktaran bir alıntıyla güne başlamak istedim...


Choose Life. Choose a job. Choose a career. Choose a family. Choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players and electrical tin openers. Choose good health, low cholesterol, and dental insurance. Choose fixed interest mortgage repayments. Choose a starter home. Choose your friends. Choose leisurewear and matching luggage. Choose a three-piece suit on hire purchase in a range of fucking fabrics. Choose DIY and wondering who the fuck you are on Sunday morning. Choose sitting on that couch watching mind-numbing, spirit-crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. Choose rotting away at the end of it all, pissing your last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked up brats you spawned to replace yourselves. Choose your future. Choose life... But why would I want to do a thing like that? I chose not to choose life. I chose somethin' else.

bende başka bir şey seçtim. binlerce yaşayan canlının yarattığı anlamsız kalabalığın içersinde sıradan bir varlık olmaktansa onların çok dışında belki bana ait bir dünyada sevdiğim filmler, müzikler, kitaplar, sanat eserleri ve daha bir çok güzel şeyle kendime ait bir hayat yaşayabilirim. bunun için diğerlerine ihtiyacım yok. sadece yanlız kalmamak uğruna sevmediğim bilinçsiz insanlarla konuşma zorunluluğum yok. dışardaki insanların benim hayatımı nasıl yaşamam gerektiği neler yapmam gerektiği konusunda beni yölendirmelerine ya da fikir vermelerinede ihtiyacım yok. tek ihtiyacım olan inanç... kendime yaabileceklerime ve potansiyelime olan güven... diğerlerinden farklı olduğum için şanslı hissediyorum. bir çoğu gibi şuursuzca belli bir düzenin peşinden bedenim gitse bile aklım hala bana ait ve bu günden itibaren kendi düşüncelerimin bedenimi yönettiği bir yaşam kurmak için ilk adımımı atıyorum....